Ali Suavi’nin usûl-i fıkh’a dair bir risalesi: “Arabî İbâre Usûlü’l-Fıkh Nâm Risalenin Tercümesi

Doç. Dr .Sami Erdem 2024-09-20

Ali Suavi’nin usûl-i fıkh’a dair bir risalesi: “Arabî İbâre Usûlü’l-Fıkh Nâm Risalenin Tercümesi

Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin üyelerinden birisi olan Ali Suavi (1839- 1878) düzenli bir medrese eğitimi almamış olmasına rağmen gazetecilikten öğretmenliğe, vaizlikten kâtipliğe birçok vazifede bulunmuş, tarih, coğrafya, felsefe, edebiyat, filoloji, siyaset, sosyoloji, iktisad, fıkıh, hadis ve diğer pek çok ilim alanıyla meşgul olmuş ansiklopedist bir yazar ve fikir adamıdır. Tanzimat sonrası dönemde, çağdaşı yazar ve fikir adamlarının aksine halk tabakasından çıkmış olan Ali Suavi’nin hayatı ve fikirleri insicamsız bir manzara arzeder. Bu bakımdan yazdıkları ve yaptıkları itibariyle farklı ve zaman zaman birbirine zıt tanımlamalara konu olmuştur. Kendi ifadesine göre, bir kısmı gazete sayfalarında, risale veya yarım kalmış tefrika şeklinde olmak üzere 127 eseri bulunmaktadır.2 Aşağıda yeni harflerle aynen aktardığımız metin Suavi’nin Londra’da Muhbir’i çıkardığı bir dönemde (1868) Avrupalılara İslâm hukukunun değişen şartlara, yeni meselelere çözüm getirebilecek mekanizmalara sahip olduğunu ve terakkiye engel teşkil etmediğini ispatlamak üzere yazdığı bir risaledir.3 Yazının, Mecelle’nin küllî kaideleri ihtiva eden mukaddimesi ile birlikte ilk kitabı olan Kitabu’l-Büyû‘un birlikte yürürlüğe girmesinden (1869) kısa bir zaman önce neşredilmiş olmasıyla, dönemin tartışma gündemi arasında doğrudan bir ilişki kurulabilir. Özellikle medeni hukuk alanında İslâmî esaslara dayalı bir kanunlaştırma faaliyetinin başladığı ve Avrupalıların hukuki konularda baskıya varan müdahalelerinin yaşandığı bir dönemde, onlara fıkhın esnekliğini, zaman ve mekâna uygunluğunu anlatmanın açıklanabilir sâikleri olsa gerektir.4 Bu açıdan bakıldığında, yazıda yeralan fikirlerin muhtevasından çok, sunuş biçimi ve onlara atfedilen merkezi konum dikkati çekmekte ve belki de bu yazıyı konjonktürel olarak önemli kılmaktadır. Yazı, ağırlıklı olarak Tunuslu Hayrettin Paşa’nın meşhur eseri Akvemü’lMesâlik5 ve İbn Nüceym’in fıkıhla ilgili el-Eşbâh ve’n-Nezâir6 adlı kitaplarından istifadeyle kaleme alınmıştır.7 Hayrettin Paşa’nın eseri, tanzîmât ve ıslâhâtın gerekliliğini tartışan ve bunun için de örnek olarak gördüğü Avrupa milletlerinin terakki sebeplerini ve safahâtını ele almaya çalışan siyasi bir metindir. el-Eşbâh ve’n-Nezâir ise fıkıh literatürü içinde, fıkhî meselelerin çözümünde başvurulacak genel kaideleri, prensipleri, hükümler arasındaki ortak ve farklı yanları meydana çıkarmaya ve böylelikle bir fıkhî istidlal mantığı sergilemeye çalışan bir telif türünün8 önemli örneklerindendir. Usûl-i fıkıhla bağlantılı olmakla birlikte ondan farklı bir ilim dalına aittir. Ali Suavi bu risalede, bir hanefî fakîhi olan İbn Nüceym’in eserinin çok sınırlı bir kısmından yararlanmıştır. Yedi bölümden (fenn) oluşan Eşbâh’ın ilk bölümü, biri küllî kaideler diğeri de genel hüküm ve prensipler olmak üzere iki kısım ihtiva eder. Birinci kısımda, altı küllî kaidenin9 açıklamaları yer almaktadır. Suavi yazısında, bu altı küllî kaideden sadece altıncı ve son sırada yer alan örfle ilgili “el-Âdetü muhakkemetün” kaidesinden ve bu kaide dairesinde yer alan tâlî kaidelerden söz etmiş ve âdeta usûl-i fıkıh, yalnızca örfle ilgili bu kaidelerden ibaretmiş gibi bir yaklaşım sergilemiştir. Eşbâh’tan yapılan iktibaslar, seçilen örnekler ve çeşitli hanefî fetva kitaplarına olan atıflar, yukarıda da belirttiğimiz üzere örfün usûl-i fıkıh içinde merkezi bir öneme sahip olduğu tezini tesis ve teyide yöneliktir. Geleneksel usûl-i fıkıh çerçevesinde örfün dikkate alınması ve ona binâen hüküm verilebilmesi için birtakım kayıt ve şartlar konulmuşken10 yazıda bunlara hemen hemen hiç işaret edilmemiştir. Aksine mutlak örfün kullanımına büyük bir önem atfedilmiş, ortaya çıkan yeni meselelerin hallinde “Âdet muhakkemdir” kaidesinin işletilmesi önemli bir çözüm yolu olarak görülmüştür. Örf gibi, değişmeye bağlı ve hüküm koymada esnek imkânlar sunacağı düşünülen mekanizmaların, diğer hüküm kaynak ve metodlarının önüne geçecek biçimde tervîc edilmesi şüphesiz modern yaklaşımların ortak yönlerinden birisidir. Bunun daha ileri götürülmüş örnekleri sonraki dönemlerde de karşımıza çıkmaktadır.11 Suavi’nin Akvemü’l-Mesâlik ve Eşbâh’tan yaptığı tercümelerin ve genel olarak yazının bütününün akıcı bir üsluba sahip olduğu görülmektedir. Özellikle Hayrettin Paşa’dan iktibasen yapılan tercüme, kitabın Türkçe tercümesine göre çok daha anlaşılır bir özellik taşımaktadır. Yeri gelince işaret edeceğimiz üzere özellikle bazı siyasi kavramların karşılıklarının belli tavırları yansıtacak şekilde seçilmesi, tercümeyi daha da zenginleştirmekte, yazarın ve dönemin telakkileri hakkında sınırlı da olsa birtakım işaretler vermektedir

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0